ÜNLÜ SAYILAR

6 Ekim 2008 Pazartesi

ÜNLÜ SAYILAR
Fizik ve Kimya'da bazı katsayılara, bazı sabitlere alışığız. Avagadro sayısını, ışığın hızını veri olarak kabul ediyoruz. Nereden geliyor bu sayılar demiyoruz. Ancak, matematiğin öyle deyip geçemeyeceğini de aklımızda tutalım. Pi sayısını ya da e sayısını düşünün. Ne kadar önemli sayılar. İyi de, bazı sayılar diğerlerinden niçin daha önemli. Hikayelerine, önemlerine etraflıca bakacağız.
SIFIR
Sıfır(0) Arapça şafira ya da şifr , Sanskritçe sünya, İngilizce zero(nil-null). Boş, hiç olan; ya da herhangi bir şey olmayan. Batı dillerindeki şifre sözcüğünün kökeni. Günümüz sayı sisteminin merkezine, hangi serüvenleri izleyerek gelip oturduğu aşağı yukarı biliniyor. Matematiğin tarihi,bu sayının, Hint kökenli olduğundan hemen hemen emin. Basamak yerine ilk kullanımı, çok eskilere gitmesine rağmen, bu günkü anlamdakine en yakın kullanımı, Hint matematikçi Brahmagupta'nın Brahmasputha Siddhanta adlı eserinde anlatılmaktadır. MS 628 tarihini taşıyan bu eserinde Brahmagupta, sıfır ile dört işlemin kurallarını sıralar. Toplama, çıkarma ve çarpmada sorunsuz sıyrılan Brahmagupta, bölmede zorlanmaktadır. Şöyle diyor:
"-Herhangi bir pozitif ya da negatif sayının sıfır ile bölünmesi durumunda, sonuç paydasında sıfır bulunan bir kesirdir".
"-Herhangi bir pozitif ya da negatif sayı tarafından bölünen sıfır, ya sıfırdır veya payında sıfır, paydasında bir sayı bulunan kesirdir."
"-Sıfır bölü sıfır, sıfırdır."
Daha sonraki yıllarda tanımsız olarak kabul edilen sıfırla bölme işlemi gerçekten hala kafalarımızı karıştırmaya devam ediyor. Halbuki sıfır'ın bir sayıyla bölünmesinde hiçbir sorun yok. Sıfır bölü sıfır ise sıfır değil; o da tanımsız.
Günümüzde kullandığımız sayı sistemine Hint-Arap sayı sistemi diyoruz. Ondalık basamaklı sayı sistemi, Hindistan'dan Arap yarımadasına, oradan da İslam İmparatorluğu'nun genişlemesine parelel olarak Kuzey Afrika ve Endülüs üzerinden Avrupa'ya ulaşmıştır. Kendisi Becaiye'de (Cezayir) yetişmiş olan ünlü matematikçi Fibonacci, 1202 de yayınladığı Liber Abaci adlı eserinde bu sistemi Avrupa'ya tanıtmıştır.
Sıfır'ın, ya da daha hoş yakıştırmayla ŞİFRE'nin hikayesi bu kadar kısa değil elbet. Ayrıntıları merak ediyorsanız, www.mathforum.org sitesini ziyaret edebilirsiniz.
Herhangi bir sayının sıfırla çarpımı sıfır olduğu için, sıfırın yutan eleman görevi gördüğünü söylemişsiniz. Sanki kara delikmiş gibi. Oysa duruma şöyle bakalım:
3*2=2+2+2=6 olarak yazılabilir. Benzer şekilde m*0=0+0+...+0(m tane 0'ın toplamı)=0 olur. Burada anlaşılma kolaylığı için m'yi sonlu bir pozitif tam sayı olarak kabul edelim. Sıfır m'yi yutmuyor; m tane sıfır toplanınca sonuç sıfır çıkıyor. Ya da:
m*0=m*0+(m-m)=m*0+m*1-m=m(0+1)-m=m*1-m=m-m=0 m burada sonlu herhangi bir sayı.
Şifrenin şifresi: Yoktan yonga kopmaz

konunun devamı için tıklayınız


matamatik ve ödevler hakkında daha fazlasını bulabileçğiniz forumlarımız...
www.obaforum.com
www.darsane.com

Cezmi Namık Kemal

6 Mayıs 2008 Salı

Cezmi Namık Kemal
Kitabın Adı : CezmiKitabın Yazarı : Namık KemalYayın Evi Ve Adresi : İnkılap Yayın Evi Sirkeci İstanbulBasım Yılı : 19991.Kitabın Konusu : Sokullu Devrinde Başlayan Türk-İran Savaşlarıyla Da İlgili Bir Aşk Ve Tarih Romanıdır.2.Kitabın Özeti : Cezmi Yiğit Bir Sipahi Olduğu Kadar, Bilgin Bir Şairdir De. Yakışıklıdır. Ciritte, Atlı Sporda Ustadır. Namık Kemal Cezmi’ De Kendi Gençliğini Yaşıyor Gibidir. Roman İstanbul’ Da Başlar, Azerbeycan’da, İran’ Da Sürüp Gider, Tebriz Sarayında Sona Erer. İran’da Şah Tahmasm’ın Oğlu Mehmet Hudabende, Şahlık Tahtında, Eşi Şehriyar, Kız Kardeşi Perihan, Şahın Kör Oluşundan Da Faydalanarak, Siyasette, Devlet İşlerinde Sözü Geçer Kişilerdir. İran’la Osmanlı Devleti Arasında Savaş Başlar. Cezmi Bu Savaşa Gönüllü Olarak Katılır.Adil Giray’la Bu Savaşta Tanışırlar. İran Ordusu Perişan Edilir, Birçok Yerler Ele Geçirilir. Gazi Giray, Kardeşi Adil Giray Esir Düşerler. Şehriyar Ve Perihan Adil Giray’a Aşık Olurlar. Sünni Mezhebinden Olan Perihan , Seviştiği Adil Giray’la, Osmanlı Ordusunun Da Yardımını Sağlayarak İran Saltanatını Ele Geçirmek Amacındadır. Bunu Şehriyar Haber Alır, Taraflar Kanlı Bir Boğuşmaya Tutuşurlar. Şehriyar, Perihan Ve Adil Giray Ölürler.Cezmi Yaralanır. Derviş Kılığına Girerek Güçlükle Vatanına Döner.3. Kitabın Ana Fikri : Aşkın Politikaya Bulaşmaması Gerektiğidir.4.Kitaptaki Olayların Ve Şahısların Değerlendirilmesi : Romandaki Önemli Olaylar Genellikle İran Sarayında Adil Giray, Şehriyar Ve Perihan Arasında Geçmektedir. Cezmi Adil Giray Gibi Doğuştan Asker Ve Şair Yaratılan Biridir. Şehriyar Vücut Güzeli Olmasına Rağmen, Ruh Ve Ahlak Güzeli Değildir. Perihan İse Kötü Niyetli Olmayan Güzel Bir İnsandır.5.Kitap Hakkında Şahsi Görüşler : Edebiyatımızda İlk Tarhi Roman Olmasına Karşın İlgi Çekici Ve Sürükleyici Bir Romandır.6.Kitabın Yazarı Hakkında Bilgi :Namık Kemalen Büyük Ve En Gür Sesli Vatan Şairimizdir. 1940’ Da Tekirdağ’da Doğdu.Edebiyatımızın Hemen Hemen Her Türünde Eser Verdi. Eserlerinde Çoğunlukla Vatan, Millet, Hürriyet Ve Toplumsal Konuları İşledi.Toplum İçin Sanat İlkesine Bağlanmıştır. En Önemli Eserleri Arasında Vatan Yahut Silistre Zavallı Çocuk , Akif Bey , Karabela, İntibah, Takip Yer Almaktadır.

www.obaforum.com

Çalıkuşu Reşat Nuri Güntekin Kitap Özeti

Çalıkuşu Reşat Nuri Güntekin
KİTABIN ADI ÇALIKUŞUKİTABIN YAZARI REŞAT NURİ GÜNTEKİNKİTABIN YAZARI İNKILAP KİTAPEVİ, ANKARABASIM YILI 19991. KİTABIN KONUSU:Bir subay kızı olan Feride ile teyzesinin oğlu Kamuran arasında yaşanan ve araya birçok engel girmesine rağmen birbirlerine karşı bitmeyen aşklarını anlatıyor.2. KİTABIN ÖZETİ:Pek küçük yaşındayken annesi ölen Feride, babası da sınır sınır dolaşan bir subay olduğu için büyükannesinin yanında büyümüştür. Okul çağına gelince Feride’yi İstanbul’da ki bir Fransız kız yatılı okuluna yollamışlardır. Feride neşeli, zeki, çok asi, ele avuca sığmaz çok hareketli bir kızdır. Fırsat buldukça bir erkek gibi ağaçlara tırmanıp daldan dala atladığı için öğretmenlerinden biri onu çalıkuşuna benzetmiş, sonra da bu benzetme, onun adı olarak kalmıştır.Babasının da ölmesi üzerine Feride’nin, yakını olarak sadece bir teyzesi kalmıştır. Feride, okulun büyüklü küçüklü tatillerini her zaman teyzesinin evinde geçirmektedir. Bu teyzenin Kamuran adlı, Feride’ den büyük bir oğlu vardır. Kamuran Feride’ ye karşın ağır başlı, kız gibi bir erkekdir. Bu yüzden Feride sürekli onla dalga geçmektedir. Fakat bunların arasında Kamuran, Feride’yi farkinda olmadan büyük bir aşkla sevmeye başlamışdır. Bu sevgi bir süre sonra karşılıkta görür. Feride de Kamuran’a karşılık vermektedir. Feride’ nin teyzeside bu durumu çok istediği için, Feride okulunu bitirdikten sonra iki gencin evlenmeleri kararlaştırılır.Düğün hazırlıkları tamamlanmak üzereyken, bir gün kadının teki çıka gelir ve Feride’ye Kamuran’ın Avrupa’da bulunduğu sırada orada bir kızla aşk yaşadığını söyler. Bu durum hiçbir şeyi umursamaz gibi görünen Feride’yi çok derinden etkilemiştir. Feride bunun sonucunda gururuna yenilir ve derhal teyzesinin evinden uzaklaşır, yolunu izini kaybettirir. Bu yüzden evlenmede gerçekleşemez.Feride nereye gideceğini düşünürken onu çok seven sütannesi aklına gelir ve oraya gider. Sütannesi onu görünce çok sevinmiştir. Feride bir süre sütannesinin evinde kalır. Bu arada oraya buraya başvurur bir iş için çünkü sütannesini daha fazla rahatsız edemeyeceğini ve yanındaki paranın da ona çok fazla yetmeyeceğini bilmektedir. Başvurularının sonunda Anadolu’da bir ilkokul öğretmenliği elde eder. Şimdi o hayat dolu hiçbir şeyi umursamayan genç kız artık bir öğretmen olmuştur. Feride Anadolu’yu hiç yadırgamaz. Zeyniler adlı bir köyde öğretmenliğe başlar. Zeyniler köyü Anadolu’nun çok ücra bir köşesindedir. Bu köyde Feride yaptığı herşeyi günlüğüne yazmaya başlar.Bir zamanlarının hayat dolu asi genç kızı şimdi hayatı tanıma yolundadır. İster istemez ağır başlı olmayı öğrenmiştir. Ama başına gelen bunca şeye rahmen kötümser değildir. O köydeki fakir üstü yırtık pırtık olan öğrencilerini çok sevmiştir. Öğrencilerinin her biriyle ayrı ayrı ilgilenmek ona büyük bir zevk vermektedir. Öğrencileri arasında Munise adında ortada kalmış, annesi kötü yola düşmüş bir kız vardır. Annesi yüzünden köylüler kızıda hiç sevmiyorlar. Feride, Munise’ye acır ve onu evlatlık alır. Feride çok mutlu olmuştur , aynı zamanda Munise’de çok sevinmiştir bu olaya.
DEVAMI İÇİN TIKLAYIN

Kerâmet Ömer Seyfettin

Kerâmet Ömer Seyfettin
Yangın yarım saatten beri devam ediyordu. Fakat mahallenin ahalisi iki ev sonra söneceğine kâildiler. Çünkü bir zât-ı şerifin türbesi vardı. Mümkün değil, o tutuşmazdı! Şiddetli bir kıble rüzgarı esiyor, alevleri, kıvılcımları saçan tahta parçalarını, türbenin üzerine, türbenin altındaki evlerin çatılarına fırlatıyordu. İtfaiye bölüğü, tulumbalar son gayretlerini sarf ediyorlardı. Polisler etrafı ablukaya almışlar, kaçırılan eşyanın yağmasına meydan vermiyorlardı. Çiroz Ahmet etrafına bir göz gezdirdi. Bu kaşarlanmış bir külhanbeyi idi. Onca yangın demek vurgun demekti. Ama mahalle çok fakirdi. Biliyordu ki, şu yanan zavallı kulübeciklerin içinde yatak yorgandan başka bir şey yoktu. Halbuki vurgunda âdet “yükte hafif, pahada ağır şeyler” i bulmaktı.— Allah belasını versin! Faydasız yangın! Diye başını salladı. Ahali türbenin önüne toplanmıştı.— Buraya gelince söner! diyorlardı. Çiroz Ahmet, yeşil boyalı türbenin penceresine sokuldu. Kör bir kandilin hafifçe aydınlattığı sandukaya baktı. Başı ucunda iki büyük şamdan duruyordu. Sandukanın iki tarafında iki seccade yayılı idi. Açık rahlelerde büyük Kur'ân-ı Kerîmler yan gelmiş yatıyorlardı. Çiroz Ahmet kelepir karşısında parlayan bir Yahudi gözüyle bunlara baktı. Asgari bir hesap yaptı. İçinden:
DEVAMI İÇİN TIKLAYIN

Kaşağı Ömer Seyfettin Kitap Özeti

Kaşağı Ömer Seyfettin
Ahırın avlusunda oynarken aşağıda, gümüş söğütler altında görünmeyen derenin hazin şırıltısını işitirdik. Evimiz iç çitin büyük kestane ağaçları arkasında kaybolmuş gibiydi. Annem, İstanbul'a gittiği için benden bir yaş küçük olan kardeşim Hasan'la artık Dadaruh'un yanından hiç ayrılmıyorduk. Bu, babamın seyisi, ihtiyar bir adamdı. Sabahleyin erkenden ahıra koşuyorduk. En sevdiğimiz şey atlardı. Dadaruh'la beraber onları suya götürmek, çıplak sırtlarına binmek, ne doyulmaz bir zevkti. Hasan korkar, yalnız binemezdi. Dadaruh onu kendi önüne alırdı. Torbalara arpa koymak, yemliklere ot doldurmak, gübreleri kaldırmak eğlenceli bir oyundan ziyade, bizim hoşumuza gidiyordu. Hele tımar... Bu en zevkli şeydi. Dadaruh eline kaşağıyı alıp işe başladı mı, tıpkı... tık... tık... tık... tıpkı bir saat gibi... yerimde duramaz:— Ben de yapacağım! diye tuttururdum. O vakit Dadaruh, beni Tosun'un sırtına koyar, elime kaşağıyı verir,— Hadi yap! derdi. Bu demir aleti hayvanın üstüne sürter, fakat o uyumlu tıkırtıyı çıkaramazdım.— Kuyruğunu sallıyor mu? — Sallıyor. — Hani bakayım?.. Eğilirdim, uzanırdım. Lakin atın sağrısından kuyruğu görünmezdi.Her sabah ahıra gelir gelmez,— Dadaruh, tımarı ben yapacağım, derdim. — Yapamazsın. — Niçin? — Daha küçüksün de ondan... — Yapacağım. — Büyü de öyle. — Ne vakit? — Boyun at kadar olduğu vakit. — ..... At, ahır işlerinde yalnız tımarı beceremiyordum. Boyum atın karnına bile varmıyordu. Halbuki en keyifli, en eğlenceli şey buydu. Sanki kaşağının muntazam tıkırtısı Tosun'un hoşuna gidiyor, kulaklarını kısıyor, kuyruğunu kocaman bir püskül gibi sallıyordu. Tam tımar biteceğine yakın huysuzlanır, o zaman Dadaruh, "Höyt.." diye sağrısına bir tokat indirir, sonra öteki atları tımara başlardı. Ben bir gün yalnız başıma kaldım. Hasan'la Dadaruh dere kenarına inmişlerdi. İçimde bir tımar etmek hırsı uyandı. Kaşağıyı aradım, bulamadım. Ahırın köşesinde Dadaruh'un penceresiz küçük bir odası vardı. Buraya girdim. Rafları aradım. Eyerlerin arasına falan baktım. Yok, yok! Yatağın altında, yeşil tahtadan bir sandık duruyordu. Onu açtım. Az daha sevincimden haykıracaktım. Annemin bir hafta önce İstanbul'dan gönderdiği hediyeler içinden çıkan fakfon kaşağı, pırıl pırıl parlıyordu. Hemen kaptım. Tosun'un yanına koştum. Karnına sürtmek istedim. Rahat durmuyordu.— Galiba acıtıyor? dedim. Gümüş gibi parlayan bu güzel kaşağının dişlerine baktım. Çok keskin, çok sivriydi. Biraz köreltmek için duvarın taşlarına sürtmeye başladım. Dişleri bozulunca tekrar tecrübe ettim. Gene atların hiçbiri durmuyordu. Kızdım. Öfkemi sanki kaşağıdan çıkarmak istedim. On adım ilerdeki çeşmeye koştum. Kaşağıyı yalağın taşına koydum. Yerden kaldırabileceğim en ağır bir taş bularak üstüne hızlı hızlı indirmeye başladım. İstanbul'dan gelen, ihtimal, Dadaruh'un kullanmaya kıyamadığı bu güzel kaşağıyı ezdim, parçaladım. Sonra yalağın içine attım.Babam, her sabah dışarıya giderken bir kere ahıra uğrar, öteye beriye bakardı. Ben o gün gene ahırda yalnızdım. Hasan evde hizmetçimiz Pervin'le kalmıştı. Babam çeşmeye bakarken, yalağın içinde kırılmış kaşağıyı gördü; Dadaruh'a haykırdı:

DEVAMI İÇİN TIKLAYIN

Zulüm Dağları Aşar Rahmi Özen Kitap Özeti

Zulüm Dağları Aşar Rahmi Özen
KİTABIN ADI : Zulüm Dağları Aşar- Çanakkale İçindeKİTABIN YAZARI : Rahmi ÖZENYAYIN EVİ VE ADRESİ : Kalkan Matbaacılık / ANKARABASIM YILI : 20001.KİTABIN KONUSU:Yüzyıllarca başarıdan başarıya koşan, zafere doymayan Türk milleti19 ncu – 20 nci yüzyılın sonlarında toprak kaybetmeye başlamış ve nihayet 20 nci yy. ilk çeyreğinde, koskocaman imparatorluk küçüle küçüle elinde sadece anavatan Anadolu kalmıştır. Düşman, ayağı, kolları kesilmiş hasta adama son vermek için Çanakkale’den İstanbul’a hareket eder.Modern silahlarla donatılmış düşman, paslı süngü ile durdurulur(Çanakkale’de Anadolu halkının ve bunlardan bir kesit olarak Kastomonu ahalisinin yaptıkları fedakarlıklar anlatılmıştır.).2.KİTABIN ÖZETİ:1910 yıllarında , Osmanlının gide gide küçüldüğü bir dönemde olay cereyan etmektedir.Anadolunun küçük güzel bir köyünde, babasını, eşini ve kardeşini kara düşmanla şavaşırken şehit veren Fatma hanım henüz üç aylık evli olan oğlunu savaşa göndermenin verdiği hüznü ve mutluluğu iç içe yaşıyor.Ağıtlar ince bir ezgiyle taze gelinlerin yiğitlerine hicranları:“Ağamı yolladılar Yemen ilineÇifte tabancalar taktı belineDuvağımı takalı onbeş gün olduAyrılmak mı olur yeni geline.”Bu ağıtlar köyün sokaklarından yankılanıyor.”Yaktı Hocam gelinlerin acıklı ağıtları içimi” Şair diyor ve diyor köyün imamı Abdullah Efendi’ye . Şair ve Abdullah Efendi kolkola takılıp imparatorluğun yaşadığı karanlık günleri düşünerek adım adım yol alıyorlardı.Bir kaç hafta sonra, postacı Ali’ye her zamanki gibi elindeki zarfı muhtara verdi. Zarfta Ahmet’in şehit olduğu ve İtalyanların Bingazi’yi aldığı yazıyordu.Bu sırada Elif bağırarak kahvehaneye geldi.Rüyasında Ahmet’in Şehit olduğunu anlattı.Şair bunu teyit etti. Elif bayılırken ağzından çıkan bu nağmeler yürekleri yakıp kebap ediyordu:“Postacının mektubunu düğün mü sandınMavi rengi yalnız göğün mü sandınYemen’e gideni gelir mi sandınTez gel ağam tez gel dayanamiremYürekten hançer uyuyamirem.”Fatma Ana taze gelini sever, ellere gitmemesi için başını oğlu Mehmet’le bağlar.

DEVAMI İÇİN TIKLAYIN

Devlet Ana Kemal Tahir kitap özeti

Devlet Ana Kemal Tahir kitap özeti
Kemal Tahir’in “Devlet Ana” adlı romanı altı bölümden meydana gelmektedir. Bu altı bölüm, büyük harflerle yazılarak kaçıncı bölüm olduğunun belirtilmesi yanında ayrıca yine büyük harflerle her bölümün konusunu içeren başlıklarla verilmiştir.Romanın altıncı ve son bölümü “ Kerimcan’ ın Yolu” başlığı altında verilmiştir. Yine bu son kısımda romen rakamları ile birbirilerinden ayrı üç kısım bulunmaktadır. Roman toplam 610 sahifeden ibarettir.Romanın ilk baskısı 1967 yılında Bilgi Yayınevi tarafından yapılmıştır. Romanın elimizdeki en son basım tarihi Ocak 1984’ tür.Roman tek ciltten ibaret olup, ön kapak sade bir baskıya yer verirken arka kapakta kitabın özeti ve yazardan birkaç söz yer almaktadır.Romanın Konusu:Osmanlı imparatorluğunun aşiretliğideki yaşam tarzı, adaletleri gelenek ve görenekleri konu edilerek nasıl devlet olma mertebesine yükseldiğıinin destansı bir ifade tarzı ile okuyucuya verilmesi sözkonusudur.Eserde Osmanlı imparatorluğunun aşiretlik devrine inilerek Söğüt’ teki yaşam tarzı dikkatlere sunulmuştur. Bu mekan içerisinde Osmanlı imparatorlğunun yükselmesine sebep olan tarihi şahsiyetler dahil edilmiştir. Bu şahsiyetler içinde osmanlı aşiretinin kurucusu ertugrul Gazi ile ağlu osman Bey ve onun oğlu Orhan Bey mütelaa edilmektedir.Vaka:Notüs Gladyüs, burada geçici olarak konaklamaktadır. Bu hanı Mavro ablası Liya ile birlikte işlemektedir. Notüs Gladyüs’ ün Türkopol Uranha isminde arkadaşı vardır. Notüs Gladyüs, oldukça alçak ve karaktersiz bir kişidir. Karanlıktan yararlanarak Liya’nın odasına girer ve ona tecavüz etmeye kalkar ancak Liya’nın elindeki bıçağın zehirli olduğuni söylemesi üzerine bu emelini gerçekleştiremez. Diğer yandan Liya, Türk genci olan Demircan’a aşıktır.

DEVAMI İÇİN TIKLAYIN

İnce Mehed Yaşar Kemal kitap özeti

İnce Mehed Yaşar Kemal kitap özeti
KİTABIN ADI :İnce MemedKİTABIN YAZARI :Yaşar KemalYAYIN EVİ VE ADRESİ : Aka Kitabevi, İstanbulBASIM YILI :1988KİTABIN KONUSU :Anadolu halkının geri kalmışlığı, cahil bırakılmışlığı ve köy hayatının sefaleti.KİTABIN ÖZETİ :Toroslar’dan Akdeniz’e uzanan Dikenliözü’ndeki beş köyden birisi Değirmenoluk’tur. Bu köyün insanları köylerinden dışarıya çıkmazlar. Onun için buraların kendine has kanun ve töreleri vardır. Bu kanun ve töreleri Abdi Ağa koyar ve uygular. Dışarıdan kimse gelmez ve karışmaz.Köyün yağız delikanlılarından Memed günlerdir Abdi Ağa’nın tarlasını sürmektedir. Artık dayanamayacağını anlayınca herşeyi bırakıp Kemse Köyü’ne gider ve Süleyman’a sığınır. Memed’in bu yaptığı aslında bütün köy ahalisinin hayalidir. Memed kışı Kesme Köyü’nde geçirir. Anasını ve köyünü özlemiş olmasına rağmen dönmemekte kararlıdır. Bir gün köyden bir tanıdık onu görür ve bu haberi hemen Abdi Ağa’ya yetiştirir. Bunu öğrenen Abdi Ağa Süleyman’ın kapısına dikilir ve Memed alıp köye götürür. O yaz Memed hasatı yapar ve Abdi Ağa’nın topraklarını sürer. Abdi Ağa ise ceza olarak ona hasatın beşte birini verir. O kış Memed ve anası çok zorluk çekerler.Memed arkadaşı Mustafa ile ilk defa kasabaya giderler. Yolda iyi, mert bir eşkiya olan ve hayranlık duydukları Kara Ahmet’le karşılaşırlar. Kasabadaki yaşam Memed’i çok etkiler. Ağaların olmadığı herkesin hür olduğu bu hayat özlemiyle Memed sevgilisi Hatçe’yi kaçırmak için köye gider ve barber kaçarlar. Abdi Ağa’nın yeğeninin nişanlısı olan Hatçe ile Memed’in kaçmalarının ardından Ağa’nın adamları ve yeğeni onları yakalamak için izlerini sürerler. Nitekim bulurlar. Aralarında çatışma çıkar. Abdi Ağa’nın yeğeni ölür, Memed yaralanır ve kaçar. Hatçe ise yakalanır. Memed’in sığınacak bir yeri olmadığı için Deli Durdu denilen bir eşkiyanın çetesine sığınır. Çetenin yaptığı haksızlıkları gören Memed Deli Durdu’dan nefret eder.Bu sırada Abdi Ağa Hatçe’yi cezalandırmak için ona bir tuzak kurar. Yeğenini Hatçe’nin öldürdüğüne jandarmaları ikna eder ve Hatçe hapishaneye düşer.Eşkiyalığa iyice alışan Memed zulmetmeye dayanamaz ve çeteden ayrılıp yeni dostlar bulur ve onlarla gezmeye başlar. Bir gece köye geldiğinde anasının öldüğünü duyar ve Hatçe’nin başına gelenleri öğrenir. Ardından Abdi Ağa’nın izini sürmeye başlar.Bu arada Abdi Ağa Memed’i ortadan kaldırmak için bir tuzak kurar. Memed ise kasabada Hatçe’yi bulur ve bir yolunu bulup onu ve arkadaşını hapishaneden kaçırmayı başarır. Köylüleri de Abdi Ağa’ya karşı gelmeleri konusunda yüreklendirir. O kış köylüler Abdi Ağa’ya hasatlarından bir buğday tanesi bile vermezler.Abdi Ağa Ankara’ya telgraf çeker ve Memed’in gizlendiği yeri ihbar eder. Jandarmalar Memed’i kıstırırlar. Aralarında çatışma çıkar. Tam bu sırada Hatçe doğum yapar. Memed eşi ve çocuğu için teslim olur fakat bu esnada Hatçe vurulur. Memed’in dünyası yıkılır. O sırada çıkan afla serbest kalır. Doğan çocuğunu Hatçe’nin hapishane arkadaşı alır ve Gaziantep’in bir köyüne götürür.

DEVAMI İÇİN TIKLAYIN

Kuyucaklı Yusuf Sabahattin Ali kitap özeti

Kuyucaklı Yusuf Sabahattin Ali kitap özeti
Kuyucaklı Yusuf’un önemi yalnızca başarılı bir roman olmasından ileri gelmez, öncü bir yapıt olması da ona tarihsel açıdan bir önem kazandırır. Çünkü bu yapıt daha önceki Türk romanından iki bakımdan ayrılır ve yeni bir yol açar. Bir kere Sebahattin Ali’nin Türkiye sorunlarına bakışı farklıdır. Tanzimattan 1950’lere kadarki Türk romanımızın ana sorununu batılılaşma oluşturuyordu. Yazarlarımız içinde bulunduğu toplumun aynası olmaya çalışmıyor, toplumu sorgulamıyorlardı. Buradan da anlaşılacağı üzere halk, ezilen köylü, işçi sınıfını konu alan eserlere 1950’li yıllardan sonra görebiliyoruz. İşte Kuyucaklı Yusuf bu konuları içine alan onları inceleyen ilk kitap olması dolayısıyla önemlidir. Kuyucaklı Yusuf’ta bir yanda eşraf bürokrasi, zengin kesim bir yanda da ezilen halk bulunmaktadır. Kuyucaklı Yusuf eserin adından da anlaşılacağı üzere Yusuf’un öyküsüdür.Sosyal açıdan Yusuf içinde bulunduğu kent toplumuna kendini yabancı hisseder; yalnız ve mutsuzdur. İstediği tek şey Muazzez ile birleşmektir. Elverişsiz koşullara ve kişilere karşın Muazzez ile evlenmeyi başarır. Aynı koşullar ve kişiler yüzünden karısı ölür. Buradaki durum yoksulluk, yalnızlık içinde kıvranan Yusuf ile Muazzez bir yandan da Şakir ile Hakkı Ethem, Kaymakam gibi zengin, şehvet düşkünü insanlar arasında geçiyor. Yani romanın iki tane toplumsal açıdan incelenecek yönü vardır. Birincisi Yusuf ile Muazzez’in aşkı, ikincisi ise bu aşkın geçtiği elverişsiz ortam. Kuyucaklı Yusuf bu yönleri ile incelersek toplumsal açıdan tamamen topluma ayna tutmuş şekilde bir gerçeklik arz etmektedir.Kuyucaklı Yusuf gerçekleri topluma ışık tutan, toplumdaki olaylarla örtüşen, şekli dışında romantizmden de etkilenmiştir. Çünkü eserin içeriğini oluşturan toplum hayatı, toplumu oluşturan bireylerin birbirine karşı beslediği planlar, kasaba gerçeğine romantik bir anlayışla bakılmıştır. Yani Kuyucaklı Yusuf’ta realite ve romantizm sanıldığı kadar birbirindne uzak değildir. Eser toplumu ilgilendirmesi, topluma ışık tutması dolayısıyla bakıldığı zaman toplumdaki çarpıklıkları da gözler önüne seriyor. Örneğin; Şehir, doğa-yapay insan, doğal insan-masumiyet, yozlaşmak, şehvet, aşk. Eser incelendiğinde iki ana bölümden oluşmaktadır. Birinci kısım Yusuf çocukluk yıllarını anlatan kısımdır. İkinci kısım ise Yusuf’un Şakir ile çatışmasını Muazzez ile evlenmesini ve yusuf’un yaşadığı sıkıntılarını için ealan kısımdır.Kuyucaklı Yusuf’u dini açıdan değerlendirecek olursak aşağıdaki metni incelemek zorunda kalırız.“Bu alevi köylerinin daha geniş mezhepli, daha temiz ve daha samimi olduğunu ona uzun memuriyet seneleri öğretmişti. Nahiye ve köyleri dolaşmaya çıktığı zamanlar buralarda kalmayı tercih ederdi. İsmail “Acı bir su getireyim mi?” diyinceye kadar bir “Kızılbaş” köyünde olduğunu nasıl fark etmediğine şaştı.”

DEVAMI İÇİN TIKLAYIN

Metal Fırtına

Metal Fırtına
Metal FırtınaKaranlık doğanın örtüsü haline gelmişti sessizliğin içinde böcek çığırtıları bile duyulmuyordu..Bu donmuş an önce hafif bir titreşimle bozuldu.On iki askerden oluşan öncü gözetme timinin başındaki Üst Teğmen Alper en önde hızla aşağıya doğru koşuyordu.Çok büyük bir askeri birimin karargah merkezine bakan bir tepeden gözlem yapmışlardı.Askerlerin sessizliğe alışmış kulakları derinden gelen sesin varlığını algıladı bu bir bu bir helikopter sesiydi.Yine helikopter sesleri gelmeye başlamıştı bu sefer sesler birden çoktu aniden irkildi Üsteğmen .Serdar G3 ünü alarak helikopterlere ateş açmaya başlamıştı üsteğmen de silahına sarılıp ateşlemeye başladı ve biraz sonra sesler kesildi ve oradan ayrıldılar.Harekete geçen zırhlılarsa çok uzakta amerikan JSTAR gözetleme uçakları tarafından anında tespit edilmişti.En baştaki zırhlıda Binbaşı Haşim ERALP vardı.Telsizden emir verdi zırhlılar harekete geçti bombardıman başlamıştı siperlerin üstünden hızla geçtiler.Daha sonra karşıdan düz bir ışık gibi görülen bomba içinde Binbaşı nın bulunduğu zırhlıya çarptı ve onu paramparça yapmıştı.,Başbakan içindeki sızıyı bastırmaya çalışarak “Binler cemi paşam Allah aşkına söyleyin” diyerek sordu.“Zırhlı tugayımıza saldırı düzenlendi tankların neredeyse hepsi gitti” diye cevap verdi.Günler geçmişti artık Genel Kurmay Harekat Merkezi ana baba günüydü.ABD Savunma Başkanı “Donalt Rumsfeld” bakan la konuşmak istiyordu derken kapıda Genelkurmay Başkanı “Howord Strike” göründü.Yüzünde karanlık bir ifade vardı.“Sayın Başkan; şu an itibariyle Metal Fırtına operasyonu başlamış bulunuyor” dedi.Ve Büyük Savaş BaşlamıştıIraktan başlayarak ülkemize girmişlerdi yavaş yavaş tüm şehirlerimizi etkileri altına almışlardı başkentimiz olan Ankara’ya kadar ulaşmışlardı Anıtkabiri bombalamışlardır.İstanbul’a kadar ulaştılar…Ersin sıska bir çocuktu yaşı yirmi üç olmasına r1ağmen son dört yıldır hiç dışarı çıkmıyordu kendisinin bir karabasanın içinde olduğunu zannediyordu.Kendilerini korumak için girdikleri boduruma kadar geliyordu silah sesleri ersinin beyni patlayacakmış gibi oluyordu.Ya bir şeyler yapacaktı yada kendi kendisini yok edecek yada bir girdabın içine atacaktı kendisini.82. hava indirme tümeni komutanı Tümgeneral Josep Reed savaş kıyafetlerini giymişti.Helikopterler çalışmıştı pervane seslerinden başka bir ses duyulmuyordu.Askerlere helikopterlere binme emrini verdi tam tamına yüz elli dört helikopter vardı komutanda kendisi için ayrılmış helikoptere binip yola çıktılar.İstanbul’a ulaşmışlardı helikopterler boğaz köprüsünü ortadan vurarak Asya ve Avrupa’yı ayrıldılar ve sonunda İstanbullu ele geçirdiler…

www.obaforum.com

Tağrık Buğra - Osmancık Kitap Özeti

Tağrık Buğra - Osmancık Kitap Özeti
Tağrık Buğra - Osmancık Kitap Özeti ROMANIN ADI: OsmancıkYAZARI: Tarık BUĞRASAYFA ADEDİ: 350BASIM YERİ - YILI: İstanbul - 2004YAYINEVİ ADI: Ötüken KitabeviYAZARLA İLGİLİ KISA BİLGİ:Tarık Buğra (Akşehir 1918 – İstanbul 26 Şubat 1994). İlk ve orta tahsilini Akşehir’de tamamladı. Konya lisesini bitirdi. Çeşitli aralıklarla İstanbul Üniversitesi Tıp, Hukuk ve EdebiyatFakültelerinde ikişer üçer yıl okuyup sonra vazgeçti. Akşehir’de çıkardığı Nasrettin Hoca gazetesi ile gazeteciliğe başladı. İstanbul’a gelince Milliyet, Yeni İstanbul, Haber ve Tercüman gazetelerinde fıkralar yazdı, sanat sayfaları düzenledi, Haftalık Yol dergisini çıkardı. “Oğlumuz” hikayesi ile Cumhuriyet gazetesinin hikaye yarışmasında ikincilik kazandı. Çınaraltı dergisinde hikayeler yayınladı. Sonra roman yazmaya başladı. Sanat eseri için her türlü basmakalıbı reddeden, hür ve bağımsız bir sanat anlayışını benimsedi. Güzel Türkçesi, derin tipleri, şiirli üslubuyla Türk tiyatro ve roman yazarlarının başında yer aldı.ROMANIN ÖZETİ:Osman Gazi Hân, ölüm döşeğinde; Allah’tan mehil istiyor, Bursa’nın fetih müjdesini alabilmek için. O, tâ bahardan badem ağaçlarının çiçeğe durduğu günden seçmiştir ölümü: “Oğul, ben öldüğüm vakit, beni Bursa’da şu gümüşlü kubbenin altına koy!” Osman gazi’nin, oğlu Orhan Beğ’ e vasiyetidir bu.Bu, O’nun soy sop ülküsü yaptığı rüyasının gerçekleşmesi demektir. Ancak, o zaman gülümseyerek “hoş geldin, hoşnutluk getirdin” diyebilecektir ölüme.Son göçe, tek başına çıkılan yolculuğa hazırlanan Osman Gazi Hân, şimdi, hayatı boyunca dinlediklerini, gördüklerini, deliliklerini, durulup arınışını, büyük yörüngeye oturuşunu; yerleri, halleri, kişileri ve büyük ülküsünün adım adım gerçekleşmesini hatırlamamaktadır. O, şimdi Uludağ’dan da büyük bir hatıralar dağıdır:Osmancık’ın çocukluğu, herhangi bir çocukluktan farksızdır. Gençliği de öyle… Ele avuca sığmaz; nerede çalgı, orada kalgı günleri. Gücünün, kuvvetinin sahibi değildir; aksine gücü kuvveti, onun sahibidir. Kılıçta ve yayda üstünleştikçe değil meydan okumaya, bir yan bakışa bile katlanamaz olur. Gururu için yaşamaktadır.Babası Ertuğrul Beğ, bir müddet Osmancık’ı takip eder, öğütler verir. Fakat sonradan onu kendi haline bırakır. Öteki oğlu Gündüz Beğ’ e önem vermeğe başlar. Osmancık, ağasını kıskanacak yerde rahatlamış ve mutlu olmuştur. Azâd edilmiş sayar kendini ve keyfince yaşamaya başlar. Tâ ki Şeyh Ede Balı ile tanışıncaya kadar.Domaniç temmuzlarından birinde, Sivrikaya’ da Osmancık, Ede Balı ile karşılaşır. Gökte ay ve yıldızlar… Osmancık, yıldızlara bakarak “dünya ne kadar büyük!” diyor. Osmancık’ı gizliden gizliye takip eden Ede Balı: Dünya’yı bize büyük gösteren bizim küçüklüğümüz oğul! Hırsımız, sabırsızlığımız, bencilliğimiz. Önce bu yüzden küçülüyor sonra da Dünya’yı çok büyük görüyoruz, der ve ilave eder: dünya bir ömür için, bir TEK İNSAN için büyüktür. Bir soy için değil; bir soyun benimseyeceği, bir soya benimsetilecek bir amaç, bir inanç, bir ülkü için değil!Osmancık’ın kafası ve ruhu altüst olmuştur. Öfkelenir, Ede Balı’ ya saygıda kusur eder. Ertuğrul Gazi, oğluna “Ede Balı’ ya sakın karşı gelme; bana karşı gel, ona gelme. Ede Balı soyumuzun ışığıdır” diye tembih eder.

DEVAMI İÇİN TIKLAYIN